Kitap Yorumları
Fahrenheit 451 --- Ray Bradbury --- İthaki Yayınları
“Eğer sana çizgili bir kâğıt verirlerse, sen öteki türlü yaz.” Cümlesiyle başlayan distopik ve bilim-kurgu türündeki roman 240 sayfadan oluşmasına rağmen vurucu cümlelerden oluşuyor.Romanın adı kitap kağıdının yanma ısısı olan 451 fahrenheit yani bizim anlayacağımız dilden 233 santigrat dereceden geliyor.Romanın ana karakteri:görevi kitap yakmak olan itfaiyeci Guy Montag bulunduğu zamanın kitap düşmanlığı ile koşut bir düşüncede ancak içini kemiren kitap düşmanlığı fikri onu arafta bırakıyor.Olaylar da Montag'ın bu arada kalmışlığı üzerine gelişiyor.İtfaiye ekibinin lideri olan Beatty'nin şu sözleri kitabın ana fikrini verir nitelikte:"Bitişik evdeki kitap,dolu bir silahtır. Yak gitsin. Silahtan kurşunu çıkar. Adamın kafasını kopar. İyi okumuş bir adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir ki? Ben mi? Bir dakika bile böylelerini hazmedemem. Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyada, itfaiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmi sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. İşte, Montag, sen ve ben bunlardan biriyiz.” Roman genel olarak kitap düşmanlığının ve bunun sonucu olan cehaletin esas mutluluğu bize getireceği fikri üzerine anlaşıla gelmiş olsa da esas tema medya düşmanlığıdır.Medyanın insanları nasıl birer maymuna çevirdiği ve neyi yememiz,neyi içmemiz,neyi giyinmemiz den neyi düşünmemiz gerektiğine kadar giden distopik dünyanın -aslında günümüz dünyasının ve medyasının- aforoz edilmesidir.
Edebi olarak büyük beklentilerin körüklenmemesi gereken eser bu amaçla da yazılmadığını bize hissettiriyor.Kısa ve anlaşılır diyaloglar ancak arada bir farklı ve yazardan başkası tarafından anlaşılamayacak tasvirler de yer alıyor.Semender,böcek,tazı ise kitapların yakılmasında aracı olarak kullanılan istiareler.
Ünlü Fransız yönetmen François Truffaut tarafından 1966 yılında da aynı adla filme uyarlandığını (her ne kadar zayıf ve kitapla paralel olmasa da) unutmadan belirtelim.Kitabı okumadan filmi izleyelim hemen diyeneler aman bu hataya düşmesinler. Yönetmenin ilk ve son Hollywood denemesi bu güzel kitabın Amerikan hezimetinden kurtulmasına engel olamamıştır.
Zeplin/Karin Tidbeck
İsveçli yazarın 13 öyküsünden oluşan bir kitap...Ursula K. Le Guin ve China Mieville övgüyle selamlamışlar yazarı; açıkçası kitabı almamda da etkili oldu bu övgüler:) Pişman mıyım alıp okuduğuma? Değilim:) Şöyle ki; öykülerin türü fantastikten bilimkurguya, tekinsizlikten büyülü gerçekçiliğe salınıyor. Yazarın temalarında S.King, Ray Bradbury, China Mieville gölgesi sezdim. Bir-iki hikayede Lovecraft, bir-iki hikayede steampunk, bir-iki hikayede de İskandinav mitolojisi tadı aldım. İsveçli yazarda İskandinavlara mahsus o kasvetli ve melankolik halet-i ruhiye de ziyadesiyle mevcut, bilhassa Ove Lindström İçin Bazı Mektuplar adlı melankolik hikayeyi beğendim. Hasılı kelam; acayibül garaib hikayeler bunlar, bu türü sevenler pişman olmaz!
@barbaros Gıcırtı'ya bir selam yollayalım o zaman burdan dostum...
o hikaye bilhassa hoşuma gitti Orhan hocam, yollayalım bir selam:)
"Sevgili babacığım,
Belki hatırlamazsın ama bugün sen öleli tam iki yıl oluyor. Ne yazık ki bu süre içinde ben daha iyi ve akıllı olamadım; bu fırsatı da kuşanamadım. Oysa yıllar önce,bazı zamanlar, sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. Şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım."
Dostum Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken adlı kitabındaki babasına yazdığı veya öyle demeyelim de babasının ardından ona bir seslenişi vardır ki o bambaşkadır.Eminim okumuşsundur.Benzerlik de dikkatini çekmiştir.O hikayede Atay ile kendi aramda baba-oğul ilişkisi açısından büyük yakınlık görmüşümdür hep.
Evet, atay'ın yazısını bilirim, etkileyicidir
Şeytanın Çağrısı/Henri-Frederic Blanc
İsimsiz anlatıcı genç bir felsefe öğrencisidir, yabani-hırpani bir tiptir. Zihninde yaşamayı seven, kötülük problemine takıntılı ve hayli vesveseli kahramanımız tanışıp arkadaş olduğu Afrikalı Louna adlı bir kıza sırılsıklam aşık olur, arkadaşlığı sevgililiğe dönüşemese de kız kahramanımızı sürekli etrafında tutar. Olaylar gelişir, kahramanımız kızın etrafında pervane olur; kız da kah moda düşkünü/alışveriş delisi olur, kah pesimist/nihilist bir halet-i ruhiyeye bürünür. Bu esnada kahramanımız cinli-perili düşler, karanlık sanrılar görür. Nihayette; delice arzulanan cinsel vuslat anı gelir, kız mücevherini sunsa da kahramanımız başarısız olur ve tümden reddedilir; devamındaki sayfalarda ruhi muvazenesini kaybeder, şüphecileşir, kabuslar görür sürekli ve bir gün üniversitedeki psikoloji profesörünün kızla sevişmesine şahit olunca profesörü boğar ve delirir...
Hikaye vasat sayılabilir, kurgu da zayıf...Lakin beni bu kitaba bağlayan şairane tasvirler ve teşbihler ve özellikle de yazarın ustaca metaforları oldu. 112 sayfalık bu kısa roman adeta bir metafor fırtınası...Okurken sürekli aforizma tadında cümleler buluyorsunuz ve alt-metinde de felsefi soslu bir tüketim eleştirisi ve anti-konformizm mesajı mevcut...
Arthur Asa Berger-Kültür Eleştirisi (Kültürel Kavramlara Giriş)
Kültür eleştirisi ve kültürel çalışmalar sahalarındaki önemli kavramları-fikirleri hayli berrak bir ifade tarzıyla açıklayan bu kitap altı bölümden oluşuyor;
1- Kültür Eleştirisine Giriş
2- Edebiyat Kuramı ve Kültür Eleştirisi
3- Marksizm ve Kültür Eleştirisi
4- Göstergebilim ve Kültür Eleştirisi
5- Psikanalitik Kuram ve Kültür Eleştirisi
6- Sosyolojik Kuram ve Kültür Eleştirisi
Kitapta; alımlama kuramı, yapısöküm, biçimcilik, meta fetişizmi, hegemonya, metinlerarasılık, yapısalcılık, mit, arketip, anima/animus, çokkültürcülük, popüler kültür, kitle iletişim kuramları v.b. gibi kültürel çalışmalar ve kültür eleştirisi disiplinlerinde yer tutan ve kullanılan kavramlar-fikirler tarif ediliyor.
Kitaptaki tablolar hayli işlevsel...Ekte verilen "İleri Okumalar Öneri Listesi" ve "Kültürel Çalışmalar Okuma Listesi" de ilgililerine bu konularda yoğunlaşma ve derinleşme imkanı sağlayacaktır.
Şahsen bugüne dek okuduklarımı bir nevi "check edip" şablonize ettiğim verimli bir okuma süreci oldu.
Andrea Pitzer/Vladimir Nabokov-Yazarın Gizli Tarihi
Edebi deha Nabokov'un biyografisi olarak gözükse de klasik bir biyografiden ziyade hayli mahrem malumatların da aktarıldığı, Nabokov'un eserlerinin yaratım süreçlerinin açığa vurulduğu bir kitap...İlaveten de kısmen bir 20. yüzyıl siyasi tarih kitabı, kısmen de edebiyat-neşriyat tarihi diyebiliriz...Nabokov'un Rusya, Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve İsviçre yılları hayli detaylı anlatılıyor. Rus bir aristokrat aileden gelme apolitik ve üslupçu bir yazar olarak görülse de Nabokov'un eserlerinin satır aralarına yerleştirdiği-gizlediği 20. yüzyılın büyük trajedilerine göndermeler ve otobiyografik detaylar belgesel detaycılığıyla ve edibane bir maharetle anlatılmış. Nabokov'u seven ve eserlerine dair ipuçları arayanlar kaçırmasın bu kitabı!
Locke Lamora'nın Yalanları - Scott Lynch
Belki şu zamanlarda pek çok kez duymuşsunuzdur ismini. En son okuduğum değil ama aklımdan halen çıkmayan, tekrar tekrar okuyacağım, hem güldüren hem ağlatan hem de bambaşka bir konuya sahip olan kısacası anlatılamayacak kadar güzel ve farklı bi' kitap. Bitirdikten sonra etkisinden kurtulmak epey zaman alıyor; okuyalı bayağı olmuş olmasına rağmen o kitabı anlattığımdan da belli olduğu üzere. Kesinlikle alıp okumalısınız, ki zaten çok sevdiğim bir serinin yazarı Patrick Rothfuss da güzel şeyler söylemiş kitap hakkında. Dediklerinin hakkını fazlasıyla veriyor bu kitap.
'Centilmen Piç' serisini büyük bi merakla takip edeceğim yani. İçerik hakkında diyeceğim pek bir şey yok, ne beklemem gerektiğini başta bilmiyordum hatta hiçbir fikrim yoktu. Bitirince ise 'Bu neydi böyle?' demek zorunda kaldım. Yazsam, anlatsam bitmez. Hayran oldum. Okuyunuz efendim..
Eh, 10 üzerinden 10 elbette.
Kürk Mantolu Madonna
Modernite Nasıl Unutturur/Paul Connerton
Modernitenin şahsi ve kolektif belleği zedeleyip giderek bir kolektif amneziye sebep olması serimleniyor bu kitapta… Modernitenin unutturma tarzları-şekilleri-türleri sayılıp dökülüyor. Yazar, modernite kültürüne özgü yapısal unutkanlık biçimlerini irdelerken şu savı öne sürüyor; “Unutkanlığın başlıca kaynağının toplumsal yaşamı yerellikten, insani ölçeklerden ayıran süreçlerle ilişkilendirilebilir olduğu; insanüstü hız, akılda tutulamayacak denli büyük megakentler, emek süreciyle bağı kopmuş tüketicilik, kent mimarisinin kısa ömrü, içinde yürünebilir kentlerin ortadan kalkması…”
Kitapta; Anıt mekân ve mahal olarak ikiye ayrılan mekân belleğinin kültürel bellekteki önemi ve topografik hafızamızda modernitenin yaptığı tahrifatlar - Modern zamansallık algılayışımız/anlayışımızın bir kültürel unutkanlık biçimini ve tarihin kısaltılmış bir halini zaruri kılması – İnsan yerleşiminin boyutlarının değişip genişlemesi, hızın üretilişi ve kurulu çevrelerin belirli aralıklarla kasti olarak yıkılması suretiyle modernitenin ürettiği mekânların kültürel amneziye sebep olması v.b. meseleler akıcı bir üslupla ve aydınlatıcı örneklerle izah ediliyor.
Zihin açıcı bu kitaptan altını çizdiğim cümlelerin bir kısmı;
“…ülkeler artık hatırlara kazınan bir tarihin inşa edildiği görkemli yerler olmadıklarını sezdiklerinde, kendilerine dönerek kendi anıtlarını geliştirirler.”
“Anıtlar ile unutkanlık arasındaki ilişki karşılıklıdır; unutma tehlikesi anıtların inşa edilmesine, anıtlar ise unutkanlığa yol açar. Hatırlanmak istenen şeyi bir anıt biçimine sokmak hatırlama yükümlülüğünden kurtulmak içinse; bunun sebebi, anıtların yalnızca bazı şeylerin hatırlanmasına izin verirken, bir çeşit ayrımcılıkla, diğerlerinin de unutulmasına neden olmasıdır. Anıtlar, geçmişi hatırlamamızı sağladığı kadar onu saklar da.”
“Musil’in bir zamanlar söylediği gibi, hiçbir şey bir anıttan daha görünmez değildir.”
“Mahal bir bellek taşıyıcısı olarak anıt mekândan daha önemlidir; çünkü anıtın inşasına genellikle herhangi bir şeyi abideleştirme arzusunun getirdiği bilinçle ya da ifşa olmamış bir unutma korkusuyla başlanır.”
“Tüketim yasalarının değişmezliği ilkel tüketicileri nasıl kısıtladıysa, modanın hızı da modern tüketicileri öyle kısıtlar.”
“Modadaki yenilik aşkı ile ölüm üzerine konuşma tabusu arasında ters bir orantı vardır.”
“Sanayiye dayalı kapitalist toplumsal yapılarda zaman daha “akılcı”dır. Kapitalizm öncesi formasyonlardaki zaman çizelgeleri kendine has rutinler ile ayarlamalara sahipken, kapitalist formasyonlar bunlara kesinlik, dakiklik, güvenilirlik, katılık, sabitlik ve sağlam bir düzen eklemiştir.”
“Çoğunlukla istihdam ilişkilerinde “esneklik” olarak anılan şey, aslında beyaz yakalılar ile profesyonellerin de işlerinin geçici bir statü kazandığını söylemenin örtük bir yoludur.”
“Hegel, günlük gazete okuma eyleminin modern insanın sabah duası olduğunu söylerken yeni bir ritüelin ortaya çıkmakta olduğunu öngörmüştü; yıl boyunca her gün yinelenen bu ritüelin katılımcıları, sergiledikleri bu tüketim davranışının binlerce, hatta milyonlarca insan tarafından da tekrarlandığını biliyordu. Hegel, gazetenin modern bir ritüel olarak işlev göreceğini öngörürken, Benjamin’e göre gazeteler, geleneksel biçimlerden farklı olarak, önceki tekrarları yansıttıkları için belleği güçlendirmek bir yana bellek kaybına neden olurlar; zira haber bildirme konusundaki gazetecilik ilkeleri – haberin tazeliği, kısalığı, kolay kavranabilirliği, farklı öğeler arasındaki bağlantısızlık – haberi yapılan olayı, okurların duygusal deneyimine derinlemesine etki edebileceği, böylece duygusal zamanlarına girebileceği alandan izole eder.”
“Valery uzun zaman önce, genel anlamdaki metropol gürültüsünün geri tepebildiğini de gözlemlemişti; büyük şehir merkezlerinin sakinleri, der Valery, yabani durumuna, yani yalnızlığına geri döner.”
“Şehir manzarası tıpkı bir ekran gibi imgelerle doludur; kulak misafiri oluverdiğimiz, göz ucuyla gördüğümüz şeylerin oluşturduğu izlenimler seline hiç bitmeyecek bir uçuştaymışız gibi sürekli olarak maruz kaldığımızdan, şehir mekânı fiziksel olarak parçalanmış bir şekilde algılanır. Bu da sağlam ya da kalıcı bir gerçekliğe olan inancımızı ayakta tutmamızı zorlaştırır.”
“Modernitenin şehre etkisi şehrin sınırlarını parçalamak, müstahkem şehir biçiminin model olduğu tartışmasız ve rakipsiz bir şehir yapısını ortadan kaldırmak oldu.”
“Günümüzde nesnelerin doğumu ile ölümüne şahit olanlar bizleriz; halbuki önceki uygarlıkların hepsinde nesiller boyu yaşamını sürdürenler nesneler ve anıtlardı. Tarihin önceki dönemleriyle kıyaslandığında, insanların ortalama ömrü ile binaların ortalama ömrü günümüzde tersine dönmüştür. Nesnelerin bu hızlandırılmış metabolizmaları ise belleğin zayıflamasına yol açar.”
benim haricimde yazan çıkmıyor, köşe yazarına döndüm:)
@barbaros, dediğiniz gibi ama okuyanı çok olan köşe yazarı :)
estağfirullah:) diğer arkadaşlar da yazsa, biz de ilginç kitaplar-yazarlar keşfetsek...
Satılık - Patricia McCormick
Hakkında bir şeyler yazmak için bu kadar zorlandığım bir kitap daha hatırlamıyorum. Kitabı her hatırladığımda içim hüzünle doluyor. Lakshmi'nin öyküsü, (kendisi Nepal'de bir köyde ailesi beraber yaşayan, 13 yaşında gencecik bir kız) okuyan herkesin içini acıtacaktır. Bazen kelimeler yetmez bazı şeyleri anlatmaya, bu kitapta öyle işte.
Lütfen okuyun, sadece 150 sayfacık.
İnsanlar, pek çokları için belli belirsiz olan "insanlık" dediğimiz o çizgiden nasılda uzaklaşabiliyor.
Uzaktaki Küçük Güneş Kuşları...
Ağladım ağladım ağladım (:
Karşılıksız sevgi ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi...
Aşk romanı olmasa da (:
Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı/Vladimir Nabokov
Anlatıcı V., üvey ağabeyi ünlü romancı Sebastian Knight'ın ölümünün ardından onun biyografisini yazmaya girişir ve Knight'ın hayat hikayesinin parçalarını toplayıp birleştirmeye çalışır. Bu esnada vaktiyle Knight'ın asistanlığını yapmış olan Mr. Goodman'ın ticari maksatla yazdığı Knight biyografisindeki uyduruk ve çarpık malumatı da çürütmeye çalışır. Üvey ağabeyinin gizemli sevgilisinin peşine düşer, olaylar gelişir...
Tamamen benim okur olarak ilgi duyduğum, bayıldığım tarzda bir kurgu ustası Nabokov...Yoğun ironinin altında derin bir hüzün de yatıyor. Harika tasvirler, alaycı bakış açıları, şaşırtmalar, vs...Nabokov, Rusça yazmayı bırakıp İngilizce yazmaya bu romanla başlamış...Oğuz Atay'ın Nabokov'dan ciddi şekilde etkilendiği ve ona öykündüğü bilinir. Bu romanı okurken Tutunamayanlar'daki Turgut'un Selim'in intiharının ardından onun hayat hikayesinin peşine düşüşü aklıma geldi:)
Anlatılandan ziyade anlatılış şekline olan saplantım ve üslup kaygımı doyuracak bir yazar keşfettim bugünlerde: Nabokov Nevrotik ve ıstırap taciri Hıristiyan Dostoyevski, İncil hikayelerini kurgulayıp duran Missipili çiftçi Faulkner, ninesinin masallarını allayıp pullayıp bize yediren Marquez! Belirsiz bir müddet sizleri okumayacağım, kusura bakmayın, Nabokov tahtınızı ele geçirdi:)
şu paylaşımın ardından benim paylaşımlarımın lüzumsuzca ve bu siteye lüks olduğuna kanaat getirdim, bundan itibaren fildişi kuleme çekiliyorum, selamlar-saygılar...