Don Kişot'tan Bugüne Roman

Yazar
Jale Parla
Yayınevi
İletişim Yayınevi
Dil
Türkçe
Sayfa s.
389

Don Kişot'tan Bugüne Roman çift amaçlı bir çalışmadır. Bir amacı, kitabın başlığının da işaret ettiği gibi, Cervantes'in başyapıtından bugüne romanın geçirdiği aşamaları ve Cervantes'in romana etkisini sergilemekken, diğeri romanı anlatı kuramı içine yerleştirmektir. Don Kiyot'tan bu yana Batı Romanı'nın Laurence Sterne, Denis Diderot, Henry Fielding, Emily Bronte, Charles Dickens, Joseph Conrad, James Joyce, Alain Robbe-Grillet, Italo Calvino gibi temsilcileriyle, Türk Romanı'nın Ahmet Mithat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin ve Orhan Pamuk gibi temsilcilerinin yapıtlarını karşılaştırmalı olarak inceler.
(Arka Kapak)

Kitabınızda "eksik, yitik metin" kavramı önemli bir yer tutuyor. Bunu psikanalitik kuramdaki özne-öncesi varlığın imgesel düzene dönüş arzusu ya da ana arayışı bağlamında yorumlamadığınızı, emtinlerdeki temsil nosyonunun sorunsallaştırılması açısından değerlendirdiğinizi söylüyorsunuz. Bu konudaki tezinizi, iki yaklaşım arasındaki ilişki ve ayrımı okurlar için bir kez daha özetleyebilir misiniz?

- Eksik, yitik, hiç okunamayan ya da ancak kısmen okunmuş metinlerin psikanalitik anlatı kuramlarında bir yorumu var: Bu metinler yazarın yazıya bitip tükenmeyen arzusunu gösterir. Bu arzu aslında çocukluğun çok erken çağında kısa bir süre yaşanmış ama sonra yitirilmiş mutlak bir bütünlük duygusuna, çocuğun dünyayı henüz ben ve o olarak tanımadığı, annesiyle oluşturduğu bütünlüğü çevreye de temsil ettiği "imgesel düzene" duyulan arzudur. (Bunlar doğruluğunun tahkiki imkansız, doğrulanması da çürütülmesi de olanaksız teorilerdir elbette; bu yüzden de bilim dünyasının fazla rağbet etmediği açıklamalardır ama edebiyat kuramının da zaten bilimsel bir kurama tekabül etmesi gerekmez.) Yitik metnin böyle bir şeyin yerinde durduğunu düşünürsek, o zaman, içinde kaybolmuş ya da eksik bir metin bulduğumuz bütün anlatıları yazarın anaya duyduğu özlemi yazarak gidermeye çalışmasını göstergesi olarak görebiliriz ki, bu da, doğru olduğunu varsaysak bile, bize ancak o yazar hakkında bütün yazarlara teşmil edebileceğimiz bir şeyler söyler; o belirli anlatı hakkında ise pek bir şey söylemez. Benim edebi metinlere yaklaşımımı, büyük teorilerle yaratıcılığın sırrını açıklamayı amaçlayan yaklaşımlardan farklı -bir kez bunun mümkün olmadığını, olsa bile bu sırrın çözülmesinin çok sıkıcı olabileceğini düşünüyorum. Gelgelelim, eksik ya da yitik metinlere daha tarihsel, sosyolojik ve yazarın o metindeki belirli bir arayışının göstergesi olarak da bakmak mümkün. Diyelim ki, Recaizade Ekrem yeni bir dil, hatta kültür arıyor; eskiyle yeni arasında kısır bir sıkışmışlığın sıkıntısını yaşıyor; bunu hiç okunmayan ve kaybolup giden siyehçerde metniyle sembolleştirmiş olamaz mı? Gene diyelim ki, Cervantes'e, yaşadığı dünyayı anlatabilmek için, Don Kişot'u yazdığı sırada (bunun üzerinde önemle durmalıyız, o sırada ve yalnızca Don Kişot bağlamında, çünkü sonradan Cervantes bizi şaşırtacak ve böylesine altını oyduğu romans türüne dönerek Persiles ve Sigismunda'yı yazacaktır) yeni bir anlatı türü lazımdır. Bunun yokluğunu göstermek için Cervantes dokuzuncu bölümde anlatıyı yitirir ve sonradan da sürekli yiten öykülerle, kaybolan müsveddelerle sürdürür Don Kişot'un öyküsünü. Buradan türünün yerini açıyor gibi göründü. Gelelim Tutanamayanlar'a. Burada Oğuz Atay açıkça birbirini anlamayan, duymayan, birbirine aldırmayan ve dil ve söylemleri birarada bulundurarak, ileişimsizliğin trajedisini duyurmaya çalışıyor. Ama her türlü iletişim çabasının boşunalığını gösterse bile, yazarın okuruyla kurmak istediği iletişim arzusunu yadsıyabilir mi? İşte Tutunamayanlar'da hep eksik, hep güdük metinler bulunması ve Turgut Özben'in kitabın başından sonuna dek bu metinlerin peşinde koşuşturması, Oğuz Atay'ın okur arayışını simgeliyor.

( Jale Parla - Süha Oğuzertem Söyleşisi, Varlık Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi, Eylül 2000)


Kitaba sahip olanları ve isteyenleri sadece UKitap üyeleri görebilir.